Emma Bovary’nin annesi o daha küçükken ölmüştür. Toprak sahibi bir çiftçi olan babası ile taşrada bir kulübede yaşar. “On üç yaşına…” geldiğinde, “babası onu yatılı bir rahibeler okuluna yerleştir”ir. (E.B. sf. 47) Emma, annesinin ölümüyle perişan olur, kendini dine verir. “” Jane ve Therese ile ortak olarak Emma’nın da yanında artık ona sevgi, şefkat gösterecek bir aile ferdi, örnek alabileceği bir büyüğü yoktur.
Uc kadinin da, yalnizliklari ile baglantili olarak, toplumdaki diger kadinlardan farkli olmalarinin ardinda yatan ortak bir sebep vardır: annelerinin ölümü. Fakat annelerini neredeyse veya hic tanimamalarina ragmen, yoklugu hayatlarinda neden böyle buyuk degisikliklere ve farkliliklara yol acar? Bu soruyu cevaplamadan once, bir annenin insanın hayatında ne ifade edebilecegi sorusunu yanitlamak gerekir: Cocugun gorup taniyabilecek hale geldiğinde hatirlayabilecegi ilk insanlardan biri, ve hatta ilki, annesidir. Onun yaninda yurumesini, konusmasini, hareket etmesini ogrenir. Bu nedenle bir anne, özellikle de kızı için, ilk ve en önemli örnektir. Çocukluktan genç kadınlığa geçerken hayat boyu gerekli olacak “kadınlık” bilgisi ilk olarak anneden alınır. Anne kızına yaşam tecrübesini ve görgüsünü miras bırakır. Bu uc kadinin kesistigi nokta ne bir onlarin alisilagelmis hareketlerin ve in dışında bir hayat surmesini açıklar.
Karakterlerin üçü de, yalnızlıklarından dolayı, daha sonra kişiliklerini ve geleceklerini de oluşturacak ve onları yaşadıkları zamandan farklı kılacak olan bir gecis dönemi yasarlar. Gençlikleri, yalnizliga karsi koymakla onu kabullenmek arasında bir karar verme surecidir. Onlara her denilene uymak, yalnızlıklarını unutturabilecek bir şeylerle oyalanmak, meşgul olmak ya da kendi kaderlerini kendileri çizmek, kişiliklerine bağlı olarak gelişen ve buna göre değerlendirilecek seçeneklerdir.
Jane, Gateshead Konağı’ndaki yalnızlığını kırlarda gezerek ve kitap okuyarak bastırmaya çalışır fakat yengesinin evinde buna bile izni yoktur. Jane’i kitap okurken ‘yakalayan’ kuzeni John Reed, “Bizim kitaplarımıza dokunmaya hakkin yok senin. Paran yok… Elimize bakıyorsun… Aslında sokağa çıkıp dilenmen gerekirmiş…” (J.E sf.9) diye bağırarak onu aşağılar; daha sonra da döver. Bayan Reed, John’a karşı kendini savunmaya çalışan Jane’i bu “fena davranisi” nedeniyle “acimasizca,” kirmizi odaya kilitler. Jane’in iki secenegi vardır: ya Bayan Reed’in istedigi gibi, kendi kisiligini hice sayip, evdeki hizmetcilerden daha asagi bir konumda olacakti, ya da icindeki sese kulak verip, butun cesaretini toplayip yengesiyle konusarak, Gateshead Konagi’ndan gidecekti. Boylece evdeki bu haksizliga artik dayanamayan Jane yengesine, “Cok rica ederim, Bayan Reed, beni hemen yatılı okula yollayin, cunku bu evden igreniyorum,” der; artik yeni bir hayatin icine atilmistir.
Diger yandan Therese, halası yuzunden eve neredeyse zincirlenmiş şekilde yaşar. Bayan Raquin’in aşırı baskısı yüzünden, annesinden gelen “tutkulu Afrikalı” kişiliğini bir türlü ortaya çıkaramaz. “Halasi sik sik ‘Gurultu etme, rahat dur’ dedigi icin, yaradilisinin butun o atesli taraflarini dikkatle gizlemisti.” Fakat yine de “…her kolunu kimildatisinda, her adim atisinda bir kedi cevikligi hissediliyor, gevsek vucudunda uyuklayan bir ihtirasin icin icin kaynadigi seziliyordu.” Açık havada yürümek bile Therese için bir özlem haline gelmiştir. “Simdi, bahceyi, berrak suyu, ta ufka kadar uzanan yemyesil kiyilari gorunce, icinden alabildigine koşmak, sesinin bütün kuvvetiyle haykirmak geldi.” Ancak, hayatini halasina borclu olduguna inanan Therese kendi kabugundan disari cikamaz. Kuzeniyle evlenmek zorunda kalir. Hayat artik onun icin monotonlasmis, degersiz hale gelmistir. Paris’e tasinip, yeni insanlarla tanismasi da bu durumunu degistirmez.
Emma manastırda, rahibelerin katı disiplini altında yetişmiştir. Önceleri, manastırdan ve rahibelerden hoşlansa da, daha sonraları “mihraptaki kokulardan, kutsal su kaplarından, mumların parıltısından yayılan mistik uyuşuklukla yavaş yavaş gevşedi,” dikkatini dinden daha başka şeylere yönlendirdi. Örneğin, “Ayini izleyecek yerde dua kitabındaki dinsel resimleri seyrediyor…,” (M.B. sf.48) manastıra gelip kızlara hikayeler anlatip kitap veren ‘yasli kiz’dan kitapları alip yutarcasina okuyordu. “Emma, on beş yaşında, tam alti ay boyunca böylece köhne okuma salonlarının bu tozuyla elini bulaştırdı.”(M.B sf.49) Rahibeler artik Emma’nin dinle ilgilenmedigini anlar ve saygisizliklarina dayanamayip onu eve yollarlar. Manastirdan eve ilk dondugunde “once hizmetcilere buyruk vermekten pek hoslandi; sonra ciflikten nefret etti…”(M.B sf. ) Emma ‘siradan’ kent hayatindan biktigi sirada, babasinin sakatligi uzerine ‘doktor’ Charles Bertaux’ya gelmeye baslar. Emma kendini yalnız hissetmektedir. Daha iyi bir firsatinin cikacagina artik inanmadigindan, Charles’in kendisini bu sıradan hayattan kurtaracağına inanır ve onla evlenir. Bunca yıldır hayalini kurduğu hayata kavuşacağına inanıyordur.
Yengesi Bayan Reed’in evinden ayrılıp da Lowood yatili okuluna gidince Jane öğrenciler ve özellikle öğretmenlerin karşısında kendini yalnız hisseder. Helen Burns’u tanıdıktan sonra bu yalnızlığı inancıyla, dinle aşmayı öğrenir. Daha sonraları, Lowood’da 8 sene yaşadıktan sonra, Jane yenilik istediğine karar verir. Cevresindeki insanlarla arasindaki dusunce ve amac farkliliklarindan dolayı ogrenci ve ogretmen arkadaslarinin arasinda kendini yalnız hissediyordur. Jane hayattan daha fazla sey ister. Fakat tam olarak ne istedigini anlamak için once kendini sorgular, “Ne istiyordum?... Özgürlük…, soluğum kesilircesine! … Değişiklik,canlılık...” Bunca senedir kapali kaldigi yatılı okul binasinin penceresinden daglara, uzun yollara bakar ve, “…Yeni bir yerde, yeni insanlar arasında, değişik şartlar altında yeni bir görev!”(sf.98) der. Jane ne istedigine karar vermistir artik. Donemin kadınlarının akıllarından bile geçiremeyeceği bir davranis sergileyen Jane, bu istegini hayata gecirmek için de yapabileceklerini yapmaya çalışır. Mektup yolamalari ve yengesinin coktan onun velinimeti olmayi biraktigini soylemesi hayatta gercekten de yalnız oldugunu bir daha gosterir. Kendi kendine, ve bir is bulabilmesi, Jane’in donemin kadınlarindan beklenenlerinin aksine, kimseye bağlı kalmadan kendi ayaklarının üstünde durabildigini gösterir.
Emile Zola, Therese’in icinde bulundugu durumu, kitabin ilk sayfalarindan baslayarak, bilimsel bir deney yaparcasina, onun etrafindakileri en ince ayrintilarisina kadar betimleyerek gosterir. tuhafiyeci dukkaninin karanligi souklugu, pers. Toplantilarinin ayniligi, intahari bile dusunuyor. Hayatta hicbi amaci, hicbi keyfi, hicbi boku yok, ama hayatini ona borclu oldugu icin hlasini brakamiyo. Bunalimlar
Artik hayatin anlamsizligina iyice kendini kaptirdigi sirada karsina Lauret cikar.
Evlenmeden önce, Charles’in ona karsi duygularini ogrenmesi, Emma’nin, okudugu romantik romanlarin da etkisiyle, “simdiye kadar siirsel goklerin gorkeminde ucan pembe tuylu buyuk bir kus gibi duran o olağanüstü tutkuya sahip olduguna inanmasina yetmisti.” Fakat hayal dunyasi ile hayati kesişmiyordu. Evlendikten kısa bir süre sonra Charles’ın hayatının aşkı olmadığını ve ona kitaplardaki hayatı yaşatamayacağını anlar; başka ‘dal’lara yönelir. Emma aristokratların giyimlerini, kuşamlarını, gittikleri yerleri, baloları konu alan dergiye abone olup onları ezberleyene kadar okur. Dergilerde gordukleri ve gercek hayati arasındaki farkliliklar onu bunalimlara surukler. Can sıkıntısından, monotonluktan ve yalnızlıktan söz edip durur. İç sıkıntısı sağlığına da yansir; hastalanir.
Emma’nin bu tutumu üzerine, Charles’in kasabadaki iyi durumu ve kosullari olmasina ragmen, Roune’e taşınırlar. Fakat bu da Emma’nın yalnızlığına çare getirmez; buradaki esnaf da her zaman yakınlarında olmasına rağmen ona çok uzak görünür, hep aynı olaylar yaşanır. Cevresindeki çoğu insanla ‘ortak düşünceleri’ yoktur, Leon hariç. hayallerinin suya dusmesi, monotonluk, bunalimlari, yeni yere tasinmalari, Leon, Emma, Leon Paris’e gittiğinde tekrar yalnızlığa döner ve gençlik yıllarındaki dostları romantik romanları okumaya başlar. Yalnızlığını bastirmak için çareyi tekrar dine yönelmekte bulur. Böylece kiliseye gider fakat bir turlu rahibe açılamaz.
Jane, Rochesterlarin evine gider. Orada küçük Adele’ye ders verir. Tek basina bir kadin olarak kendi ihtiyaçlarını kendi karsilar, kasabaya kendi tek basina iner vs.
Boyle gunlerden birinde Rochester ile karsilasir. Dustugunde, istememesine ragmen ona yardim etmesi ne kadar kendi ayaklari üstünde duran, kendine guvenen bir karaktere sahip olduğunu gösterir.
Deli bir karisi olup da ondan sakladigini ogrendiginde, Jane Rochester’in ne parasini ne hediyelerini alir oradan uzaklasir.
St.Johnlarda kendi basina bir sinifa ders verir. Kendi kararlarini kendi kendine dusunup verir. Rochester’i bir daha bulamama ihtimaline ragmen St. John’la evlenmeyi kabul etmez, bir erkegin lafina bağlı kalmadan kendi kendini sorgulayip bir karara varir.
Kendi basina Tek mutlu olabilecegi yer olduğuna inandigi Rochester’in evini bulur.
Therese tek ashkini devam ettirebilmek, hayatinin tek nedeni olan, evden kacar, kendisinden hiç beklenmeyeck seyler yapar. Kocasini oldurur.
Emma’nin, Rodolphe’u sevmeye baslasinin altinda yatan bir neden de Charles’ın yanında iken bile kendini yalnız hissetmesidir. “bu sevgi kocadan iğrenme nedeniyle her gün daha da artıyordu.” Fakat Rodolphe’le bulumsa sonrasinda eve donduklerinde tekrar cevresinin ondan bekledigi “namuslu ve evli kadin rolu” nu oynamaya devam ediyordu. (M.B sf. 225)
Leon’un Paris’te vardigi yer de donemin kadının yapamayacaklarini gösterir. Yonville’de iken Leon ve Emma neredeyse ayni konumdaydilar. Fakat . Emma Bovary'nin bebeginin erkek olmasini istemesinin sebebi, "kadinin her zaman engellendigi"ndendi. Bu Flaubert'in, zamanindaki kadinlarin kotu durumunu anladigini ispat eden olaylardan sadece bir tanesidir. Onceleri Leon, Emma'ya benzer gorunur. Ikisi de kasaba hayatindan hosnut degildir ve daha buyuk ve iyi seylerin hayalini kurarlar. Ama Leon erkek oldugundan, hayaline ulasip sehre tasinabilmesi icin yeterli guce sahiptir. Fakat Emma'nin bir kocaya ve cocuga zincirlenmis olarak Yonville'de kalmasi gerekmektedir.
İnsanların kişiliklerinin gelişim süreci, aileden, doğuştan gelen karakter özelliklerinden, yetişme ortamından ve şeklinden, bireylerle olan ilişkilerinden, aile içi ve toplumsal sevgi alışverişinden etkilenir. Beslenmek, türemek ve korunmak gibi temel ihtiyaçlarının yanında bazı sosyal ihtiyaçlara da gerek duyulur. Temel ihtiyaçların karşılanması nasıl zorunluysa, sosyal ihtiyaçlarında karşılanması gereklidir. Sevgi bir insanın hayatında karşılanması gereken en önemli ihtiyaçtır.