“O anda ateşle sınanıyordum ben. Kızgın demirden bir pençe içerime yapışmıştı. Boğuşma, karanlık, ateş dolu, korkunç an! Dünyada hiçbir insanoğlu benim sevildiğimden daha çok, daha gerçek sevilmeyi dileyemezdi. Beni böyle sevene ben de tapınıyordum. Gel gör ki bu tapınağı, bu aşkı bırakıp gitmek zorundaydım. Tek bir karanlık söz dayanılmaz görevimi açıklamaya yetiyordu: ‘Uzaklaş!’” (Bronte, Charlotte. Jane Eyre. İstanbul: Engin Yayıncılık, 1998, 404)
Jane duygularına karşı çıkarak kendini Rochester’dan ayırmayı başarmıştır. Kendinde bulduğu bu güç, zamanın kadınlarından ayrıldığını gösterir. Kendine olan güveniyle ölümü bile göze alarak aykırı bir kişilik sergiler. Jane özgürlüğüne düşkün bir insandır ve hiçbir şey onu kısıtlayamaz. Jane’in gerçekçiliğine karşın, Emma hayalcidir. Mutluluğu kocasında bulamayınca başka erkeklerde arar. Nitekim Léon’a aşık olur.
“Emma Léon’a aşıktı; yalnızlığı araması da onu düşünüp haz duymak içindi. Onun kendisini görmek, hayalin verdiği zevki bozuyordu. Léon’un ayak seslerini duyunca yüreği çarpar, sonra karşısına çıkınca heyecanı geçip en sonunda hüzne dönen bir büyük hayretten başka bir şey duymazdı.” (Flaubert, 118)
Emma hiçbir erkekte mutluluğu bulamaz. Çünkü aradığı erkek değil, aşktır. Erkeklerin sadece hayalini kurması, karşısına çıktıklarında ise hüzün duyması, aykırı kişiliğini gösterir. Emma aşkın kendisine aşıktır. Aşkın verdiği acı, hasret onu güçlendirir. Diğer kadınlar kocalarının dizleri dibinde otururken, Emma kendisini romantik hayallerle besler. Sürekli aşkı aramasına rağmen, aşkı bireysel olarak yaşama arzusu onu diğer kadınlardan ayırır. Jane ise, 19. yüzyılda her kadının düşünmeden kabul edeceği bir durumla karşılaşır. Bir din adamı olan St. John’dan evlenme teklifi alır. Zamanın diğer kadınları, dinin baskın olduğu bu dönemde St. John gibi saygı duyulan bir adamla evlenmek için birçok şeyi feda edebilirken, Rochester’a aşık olan Jane bu teklifi kabul edemez.
“Onun çömezi, dava yoldaşı olsaydım, iyi! Bu sıfatla onun yanı sıra denizler, dağlar aşar, doğu güneşlerinin altında, Asya çöllerinde ırgatlar gibi çalışır, onun cesaretini, inancını, gayretini kendime örnek alır, onun egemenliğine sessizce boyun eğer, hırslarına güler geçerdim; onun ruhundaki misyonerle erkeği ayırt ederek birine en derin saygıyı gösterirken öbürünün kusurlarını gönülden bağışlayabilirdim... Ama, onun karısı olarak – hep yanı başında, hep onun yönetimi, baskısı altında – ruhumun ateşini hep kısık olarak tutmak, için için tutuşurken gık diyememek... İşte bu çekilmezdi.” (Bronte, 517-518)
Dinin baskın olduğu 19. yüzyıl İngiltere’sinde, Jane yine özgürlüğünü kısıtlamamak için bir din adamına hayır cevabını verir. Başka birine aşıkken St. John’la evlenme fikri onun için bir baskı, bir kısıtlamadır. Jane özgür kişiliği ve kendine güveni sayesinde, o dönem için çok büyük bir fırsatı geri teper. Bu davranışı da Jane’in diğer kadınlardan farklı bir kişilik sergilediğini gösterir. Bunun yanında, Emma kendini kısıtlamaksızın mutluluğu farklı erkeklerde aramaya devam eder. Rodolphe’e aşık olduğunda hiçbir suçluluk duygusu hissetmeden onu sık sık görmeye başlar. Bu sefer yalnız hayallerinde değil, gerçekten kocasını aldatır.
“Aklına, okuduğu kitapların kahramanı olan kadınlar geldi. Kocalarını aldatmış bu kadınların lirik alayı, hafızasında, kendisini büyüleyen sırdaş sesiyle şarkı söylemeye başladı. Bizzat kendisi de, hayalinde canlanan bu âlemin gerçek bir parçası oluyor, kendini, o kadar imrenmiş olduğu bu tip sevdalı kadınlardan biri yerine koyarak, gençliğinin o uzun hülyasını gerçeğe çeviriyordu. Bir yandan da, intikam almanın zevkini duyuyordu. Çektiği ıstırap kâfi değil miydi? Ama şimdi zafer onundu; o kadar zaman, içinde tuttuğu aşk duygusu, sevinçle fıkır fıkır, bütün bütüne gönlünden fışkırıyordu. Vicdan azabı, endişe ve telâş duymaksızın bunun tadını çıkarıyordu.” (Flaubert, 172)
Emma kocasını aldatmayı bir zafer olarak görür. Kendisinin bunu hak ettiğini düşünür. Kocasını aldatırken bile kendisine duyduğu güven, onun aykırı bir kişilik geliştirdiğini gösterir. Emma’nın kocasını aldatması ve gözünün hep başka erkeklerde olması, Jane’in ise hem kalbini hem mantığını dinlemesi ve özgür olup kendi ayaklarının üstünde durmak istemesi, iki kadını da toplumdan ayıran özelliklerdir. İki kadın da erkekle yaşadıkları ilişkilerde kendilerine güvenirler ve toplumun diğer kadınlarından farklı kişilikler sergilerler.
Her iki romanda da ana karakterlerin kaderlerini çizerken yaptıkları seçimler, toplumdan aykırı kişilikler olduklarını gösterir. İki karakter de kendi seçtikleri yolda ilerlemektedirler. Jane daha küçük bir kızken yengesi ve kuzenleriyle yaşamak istemediği için yatılı bir okula gönderilir. Daha çok küçük olmasına karşın, tek başına gideceği bu yer onun gözünü korkutmaz. “İşte böylece Bessie’den de Gateshead’den de beni ayırdılar, bilinmeyen bir yere doğru salıverdiler. Gittiğim yer gözümden uzak mı uzaktı, çok da gizemliydi.” (Bronte, 55) Jane alışkın olduğu hayatı bırakarak yepyeni bir hayata adım atmaktadır ve bunu yaparken onun yaşındaki bir kızdan beklenmeyecek bir cesaret ve korkusuzluk göstermektedir. Jane gibi, Emma da din eğitimi almak için bir okula gönderilir. Dinin baskın olduğu bu dönemlerde, erotizm bir tabudur. Fakat Emma birbirine zıt olan iki kavramı birleştirip hayaller aleminde yaşamaya devam eder.
“Günah çıkarmaya gittiği günler gölgede ellerini kavuşturup yüzünü kafese dayayarak papazın fısıltısını daha uzun müddet dinleyebilmek için birtakım küçük günahlar icat ederdi. Vaızlarda boyuna geçen nişanlı, zevç, semavî dost ve ebedi nikâh gibi istiareli sözler, ruhunun ta derinliklerinde umulmadık hazlar uyandırırdı.” (Flaubert, 52)
Dinsel betimlemelerden erotik anlamlar çıkaran Emma, kendisini bu romantik imgelerle beslemektedir. Dinin yasaklarına rağmen, Emma’da aşk ve şehvet uyanmaktadır. Din baskısının yoğun olduğu bu dönemde Emma’nın din ve erotizmi beraber algılaması, onun aykırı özellikler sergilediğini gösterir. Bunun yanında, Emma gibi Jane’in de alışılmadık ve döneme aykırı davranışları görülür. 19. yüzyıl İngiltere’sinde bir kadının mürebbiye olarak çalışması alışılmadık bir durumdur. Fakat Jane yeni ufuklar aradığı için böyle bir işe başlar. “Ne istiyorum? Yeni bir yerde, yeni kimseler arasında, değişik koşullar altında yeni bir görev!” (Bronte, 112) Jane hayatının durağanlığından sıkılır, monotonluktan uzaklaşmak ister. Özgürlüğüne düşkün olduğundan, zamanın kadınından beklenilen bir iş olmasa da, mürebbiyeliğe başlar. O dönemde kadınlar çalışmamakta, daha çok ev hanımlığı yapmaktadırlar. Buna karşın Jane, kendi ayaklarının üstünde kendi seçimleriyle yolunu çizer. Dönemin sosyal yaşantısına göre büyük bir risk almasına rağmen, kendisine olan güveniyle seçimlerinin arkasında durur. Bu cesaretiyle dönemin diğer kadınlarından farklılık gösterir. Jane gibi Emma da hayatını sıkıcı bulur. Fakat Emma bu sıkıntısını aristokratlara özenip hayaller kurarak dağıtmaya çalışır. Kendi yaşantısını sürekli üst sınıfla karşılaştırma derdindedir.
“Sofranın ta üst başında, bütün o kadınlar içinde yapayalnız, dolu tabağına doğru eğilmiş, bir çocuk gibi peçesini arkadan bağlatmış ağzından salçaları akıta akıta yemek yiyen bir ihtiyar oturuyordu... Sandalyesinin arkasında bir uşak duruyor ve onun kekeleyerek, parmağı ile işaret ettiği yemekleri, kulağına eğilip bağırıyordu; Emma, o sarkık dudaklı ihtiyara ikide bir gözlerini çevirmekten kendini alamıyor ve ona harikulade, âdeta kutsi bir şeymiş gibi bakıyordu. O, sarayda yaşamış, kraliçelerin koynuna girmişti!” (Flaubert, 64)
Emma, Charles’ın tiksindiği davranışlarından farklı davranışlar göstermeyen bu adama hayranlık duymaktadır. Bunun tek nedeni ise onun zamanında sarayda yaşamasıdır. Kendi kocasını bu şekilde görünce utanmasına rağmen, aristokrasiye olan özentiliği nedeniyle bu adamın kusurlarını görmezden gelmektedir. Hayaller aleminde yaşamakta ve gerçeği görememektedir. Emma bu hayalciliği ve aristokrasiye olan özentiliğiyle aykırı özellikler sergiler. Jane ise Emma gibi hayalci değil gerçekçidir. Rochester’ın evli olduğunu öğrenince, gidecek hiçbir yeri olmamasına rağmen ondan uzaklaşır. Parası olmadığı için ölümle karşı karşıya gelir.
“Bu artık sondu. İçime sipsivri bir acı saplandı. Yüreğim katıksız bir kederle kabardı, paralandı. Gerçekten bitkindim. Tek bir adım daha atamayacaktım. O ıslak kapı eşiğine çöktüm... Sonsuz bir acıyla kıvranarak hıçkırmaya başladım. Ah, şu ölüm düşüncesi! Böyle ürkünç koşullar altında gelip çatan son saat! Şu yapayalnızlık! Sürgün gibi insan kardeşlerimden uzak... Umudum gibi cesaretim de yitmişti artık.” (Bronte, 428)
Ölümle karşı karşıya geleceğini bilmesine rağmen Jane, beş parasız yollara dökülmüş, iş aramıştır. Rochester’ın metresi olmayı gururuna yedirememiş, ölmeyi bile özgürlüğü uğruna göze almıştır. Jane aldığı risklerle ve cesaretiyle dönemin kadınlarına aykırı bir kişilik geliştirmiştir. Jane’in özgür olmak için tek başına alıştığı ortamları bırakıp yeni sayfalar açması, Emma’nın ise gerçeklikten uzak hayaller dünyasında yaşaması, ikisinin de toplumdan aykırı tipler olduklarını gösterir.
“Jane Eyre” ve “Madame Bovary” romanlarında, Jane ve Emma karakterleri, erkeklerle yaşadıkları duygusal ilişkilerde kendilerine olan güvenleriyle ve hayat karşısında yaptıkları seçimlerde kararlılıklarıyla toplumdan ayrılırlar. Jane’in aşık olduğunda aklını, mantıklı bir yol bulduğunda da kalbini dinlemesi, ayrıca özgürlüğüne düşkün olduğu için her nevi zorluğa karşı çıkıp kendi başına yeni hayatlar araması onu dönemin diğer kadınlarından ayırır. Emma ise kocasını aldatması ve kendine hayallerinde bambaşka bir dünya yaratmasıyla dönemin kadınlarından ayrılır. Bu iki kadın da 19. yüzyılda yaşadıkları toplumlar içinde göze batan kadınlardır. Bu farklılıklar Emma’yı ölüme götürürken, Jane’i tam istediği hayatı yaşamaya götürmüştür. Günümüzde de hala Jane ve Emma gibi topluma aykırı kişiliklere rastlanmaktadır. Bu insanların farklılıkları, iki romanda da olduğu gibi, kişileri gelecek için faydalı birer birey olmaya da, ölüme kadar gidebilen yıkımlara da sürükleyebilir. Görüldüğü gibi farklılıklar hem iyi hem kötü sonuçlar verebilir. Önemli olan toplum içinde bir birey olarak yaşayabilmek, kendi kişiliğiyle var olabilmektir.
Sözcük sayısı: 1690
KAYNAKÇA
-
Bronte, Charlotte. Jane Eyre. İstanbul: Engin Yayıncılık, 1998.
-
Flaubert, Gustave. Madame Bovary. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2003.