Trkiyede Mzeciliin Modernleme ve Kurumsallama Srecinde stanbul Resim ve Heykel Mzesi

Authors Avatar by buraksen (student)

Türkiye’de Müzeciliğin Modernleşme ve Kurumsallaşma Sürecinde                                                                           İstanbul Resim ve Heykel Müzesi                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       Burak Şen                                                                                                                                                                                          İstanbul Kültür Üniversitesi

Türkiye’de müzecilik Osmanlı Devleti’nin batı ile entegrasyon süreçlerinin hızı ile orantılı olarak kurumsallaşmaya başlamıştır. Fethi Ahmet Paşa’nın girişimleri ile padişahın da isteği üzerine Eski Eserler Koleksiyonunu Aya İrini’de toplamasıyla Türk müzeciliğine katkı yaparak başlayan bu süreç sonralarda Sadrazam Ali Paşa döneminde tekrar koleksiyonun düzenlenmesi ve 1869 yılında Ali Paşa tarafından Müze-i Humayun olarak tekrar isimlendirilmesiyle devam eder. Daha sonra 1872 yılında Maarif Nazırı Ahmed Vefik Paşa Dr. Philip Anton Dethier’i müdür olarak atayarak tekrardan kurar. Bu dönemde vilayetlere gönderilen bir genelge aracılığıyla, çevrelerindeki bütün tarihi eserlerin tahrip edilmeden müzeye iletmeleri de istenmiştir. (Vikipedi)

Sonraları Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma yılları ve savaş yılları zamanlarında da organizasyon şemasında, idari kadrosunda ve hatta isminde çeşitli değişiklikler gerçekleştikten ve sonunda bugünkü hali olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri ismine kavuşan Eski Eserler Koleksiyonu  Türk müzeciliğinde kurumsallaşma ve batıya entegrasyon dahilinde yapılan kıyaslama ve örnek alma süreçleri bağlamında önemli bir ağırlık taşımaktadır.

1869’dan 1923’e  kadar olan sürede toplamda  İstanbul Arkeoloji, Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile yalnızca 4 müze varken Cumhuriyet ile birlikte müzeciliğin hızlı gelişmesi 1938’e kadar bu sayının 32’ye çıkmasından izlenebilir. Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün bundaki etkisi büyüktür. Ülkede bulunan Resim ve Heykel müzelerinin ilki ve en büyüğü olan, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nın Veliahd Dairesini tahsis ederek açtırılan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi de Atatürk’ün emri ve doğrudan kontrolüyle 1937’de açılmıştır.

Aslında güzel sanatlar müzesi kurma yönünde yapılan ilk girişim 1883’te, 10 Eylül 1883 tarihli bir önergede yeni bir “Ulusal Sanatlar Müzesi” kurulmasının gerekliliğini öne sürerek yapılmıştır. Ancak buna rağmen herhangi bir başarı kaydedilememiştir. Sonraları Sanayi-i Nefise öğrencilerinin Müze-i Humayun’u bir laboratuvar olarak kullanmalarıyla eğitimlerini tamamlamaları için kullanmalarının yanı sıra bir müze olarak varolması ister maddi teşvikler ister projenin bütünlüğü yeterli seviyede sağlanamamıştır. Esra Aliçavuşoğlu’nun Synergies Turquie no:3 makalesinde “Bir Modernleşme Projesi Olarak İstanbul Resim ve Heykel Müzesi” kısmında da belirttiği üzere yine de bu durum yıllar sonra İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonunun temelini oluşturacak olan Elvah-ı Nakşiye koleksiyonunun yaratım sürecine olumsuz etki etmemiştir. (Çavuşoğlu, 2010:82) Cumhuriyet’in kurulmasından sonra bu koleksiyon ile Sanayi-i Nefise Fındıklı Sarayı’na taşınmıştır ancak koleksiyonun halka açılışı ancak 1937’de, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ismiyle yeni mekanı olan Dolmabahçe Sarayı’ndaki Veliahd Dairesi’nde olacaktır.

Beşiktaş sahilindeki Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki Veliahd Dairesi de çeşitli mimari üslupların sentezidir. Ampir, barok ve rokoko sentezi olan bu bina yine Dolmabahçe Sarayı’nın da mimarları olan Karabet Balyan ve Nikoğos Balyan tarafından 1856 yılında tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı’nın yanıbaşında duran bu ufak saray ile hayata geçmiştir geçmesine müze, ancak yıllar içeride bulunan koleksiyonun üzerinden geçtikçe müzenin 2012 Nisan ayı itibariyle idari kadrosunda müdür yardımcısı olarak görev yapan Salim Yavaşoğlu’yla röportajımızda kendisinin de belirttiği üzere müzenin saraydaki yerinde karşılanamayan fiziksel koşulların ortaya çıktığı ve bu doğrultuda çözüm yaratmak için çok aciz fikirlerin uygulandığı görülmüştür. Erol Kılıç’ın “Resim ve Heykel Müzeciliği Gerçeğimiz” de belirttiğine göre; 2500 metrekare alanıyla ve 23 sergi salonu ile açılmış olan müzeyle ilgili röportajımızda Salim Yavaşoğlu’na Veliahd Dairesi’nin dezavantajlarını sorduğumuzda bu konudaki cevabı durumun vehametini yeterince ortaya koymaktadır: “ Binanın deniz kenarında olması ve tarihi bir yapı olması yıllardır söylenegelen şikayetlerdendir. Dolmabahçe Sarayı’da aynı durumdadır. Nem olmasın diye bunları dağa mı çıkaracağız? Böyle bir şey olamaz. Zaten bunlar özellikle deniz kenarına yapılmış yapılardır.” Yani müzenin idari kadrosu yıllardır bu durumun farkında olmakla birlikte gerek Akademi zamanında gerek şimdi Mimar Sinan Üniversitesi dönemlerinde yeterli ödenek ayırılmadığından ve zaten binanın mülkiyeti Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na ait olduğundan dolayı gerekli önlemler alınamamıştır. “...Eserler aslında iyi durumda. Dışarıdan zaman zaman yok depo kötü durumda, yok nem içinde diye söyleniyor ama...değil. Binanın fiziki şartları el verdiği durumda. Mesela orada merkezi sistemle çalışan klimalar vardı ve ortam; 24 saat, her mevsim sabit ısı ve nemdeydi. Restorasyondan önce depolar çok iyi durumdaydı gerçekten de. Bina tarihi eser olduğu için klima sisteminin kurulması söz konusu değildi, ısıtma kaloriferle yapılıyordu... Eser için ortalama ısı nedir?  18-22 derece arasıdır. Yani 20 derece civarında olmasıdır. Nemin de yüzde 55 olması lazımdır. Teşhir için pencereler zaten kapatılmıştı. Eserlere zarar vermeyecek bir aydınlatma kullanılıyordu. Binanın durumu uygun olmadığı için seyyar klima cihazlarıyla ve kaloriferle bu ısıyı el yordamıyla mümkün olduğunca yakalamaya çalışıyorduk ama şöyle bir şey de vardı eserler için 1937’den beri o mekandaydı. Eserler hiç ani bir şok yaşamadığı için, sürekli o mekanda oldukları için zaten alışmış durumdalardı yerlerine. Eserler uzun süre çok kötü koşullarda kalabilir ama zarar görmezler...Yapıdan dolayı bazı şeyler yerine getirilemiyordu evet ideal değildi belki de. Ama olabildiğince korunmaya çalışılıyordu yine de. Daha fazla da yapılabilecek bir şey yoktu çünkü üniversitenin müzeyle ilgili bir ödeneği yoktu. Döneminde, Akademi özerk olduğu için müzeye ödenek ayırabiliyordu ancak 1980 sonrası üniversiteye dönüşme ve YÖK’ün kurulma dönemlerinden sonra fakültelere belli ve kısıtlı miktarda ödenek gelirken müzeyi kategori dışı tutma gerekçesiyle müzeye ödenek verilmedi ve müzeye aktarılacak ödenek de oluşturulamadı. Ayrıca binanın mülkiyeti milli saraylarda olduğu için çivi bile çakamazsınız...Restorasyonundan da Milli Saraylar ekibi sorumludur zaten.” (Yavaşoğlu, 27.04.2012) Müzenin içerisindeki eserlerin bulundukları ortamın bakımının nasıl yapıldığını ortaya koyan bu durum gerek ödenek eksikliği, gerekse de bakım yapan ekiplerin yetkinliklerinin derecesi sebeplerinden dolayı muazzam derecede aciz kaldığını ortaya koyan bu durumda bir de kötü koşullardan, optimum koşullara taşındığında eserlerin zarar göreceği gibi son derecede yanlış düşünceler de yaygınlaşmış görünüyor. Binanın tarihi oluşu ve müzenin burada Atatürk talimatıyla açılmış olması, müzenin orada kalmasını gerektirecek cazibeye getiriyor olsa da aynı zamanda müzenin ve eserlerin başında adeta lanet haline de getirmiştir. Binanın Milli Saraylar Daire Başkanlığı sorumluluğunda oluşu ve buna tezat olarak da müze koleksiyonlarındaki eserlerin de önce Güzel Sanatlar Akademisi sonra da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mülkiyetinde olması, yıllardır gelip giden iktidarların Türkiye’de müzeciliğe verdikleri ilgi ve teşvik yetersizliği ve personelin çağdaş teknolojilere rağmen eserleri bu tarihi yapının içinde barındırırken korumadaki sınavı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin durumunu onlarca yıl arkaya koymuştur. Topraklarımızda açık hava veya saray müzelerindeki eserlerin çok azının yüz yıllardır çağdaş ve ideal seviyelerde korumaktaki yetersizlik zaten bu alanda uzmanlaşmış Batı Avrupa medeniyetleri tarafından alay konusu olmuş hatta geçmişte zaman zaman eserleri bu topraklardan kaçıracak seviyelere getirmişken günümüzde hala bunların yaşandığına tanık olduğumuz gerçeği yüz kızartıcıdır. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin açılışının gerçekleştiği ve erken koleksiyonlarının esas yuvası haline gelen Veliahd Dairesi’nin tarihi oluşu tüm bunların içinde devede kulak diye tabir edilecek kadar ufak bir bahanedir. Organizasyonlar arası iletişim ve ayırılan ödeneklerin eksikliği ile tarihi binaların modernleştirilmelerini zorlaştıran koşullar da bu müzenin yavaş yavaş Veliahd Dairesi dışına itilmesinin zeminini hazırlamaya başlamıştır.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1937’de açıldığı dönemden itibaren, bundan önce de, belli tarihsel olayların karşısında kapanma durumunda kalmıştır. Açılışına en yakın 2. Dünya Savaşı dönemi, Türkiye’deki darbe dönemleri bunların örnekleridir. Salim Yavaşoğlu ile yapılan röportajda kendisinin belirttiği şekilde; 1980 darbesi sonrasında Yüksek Öğretim Kurulu’nun kuruluşuyla Güzel Sanatlar Akademisi’nin bugünkü Üniversite haline dönüşümü de idaresinde ve ona ayrılan ödeneklerde yine çeşitli darlıklara yol açmıştır. (Yavaşoğlu, 27.04.2012) Ancak müze ziyaretçilere kapılarını tarih boyunca sık sık kapatsa da tarihine baktığımızda kurum olarak şu anda iktidarda olan AK Parti hükümeti dönemine kadar aynı yerinde çalışmaya devam ettiğini görüyoruz.

Join now!

Adorno’ya göre müzeler de tüm sanat eserleri gibi aynı şeyi arzular; onları öyle ya da böyle izleyecek bir izleyici kitlesi. (Adorno, 2006: 201) Ayrıca askeri protokollerin sebep olduğu giriş kapısının bahçeden değil de cadde tarafından oluşu Dolmabahçe Sarayı’nı görmeye gelen turistlerin ilgisine müzeyi sunma fırsatını kaçırmaya yol açmıştır. Buna göre müzenin belli müzecilik standartlarına yanaşabilmesinin oldukça zor olduğu görülmektedir. Buna sitem olarak müzeye ikinci müdür olarak atanmış olan Nurullah Berk, 1972 yılında yayımlanan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi adlı eserinde şunları yazmıştır:”... görünüşe göre müze daha uzun yıllar buradan çıkamayacaktır. Modern müzecilik koşullarının hiçbirini yerine getiremeyen bu saray, iyi kötü ...

This is a preview of the whole essay