Adorno’ya göre müzeler de tüm sanat eserleri gibi aynı şeyi arzular; onları öyle ya da böyle izleyecek bir izleyici kitlesi. (Adorno, 2006: 201) Ayrıca askeri protokollerin sebep olduğu giriş kapısının bahçeden değil de cadde tarafından oluşu Dolmabahçe Sarayı’nı görmeye gelen turistlerin ilgisine müzeyi sunma fırsatını kaçırmaya yol açmıştır. Buna göre müzenin belli müzecilik standartlarına yanaşabilmesinin oldukça zor olduğu görülmektedir. Buna sitem olarak müzeye ikinci müdür olarak atanmış olan Nurullah Berk, 1972 yılında yayımlanan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi adlı eserinde şunları yazmıştır:”... görünüşe göre müze daha uzun yıllar buradan çıkamayacaktır. Modern müzecilik koşullarının hiçbirini yerine getiremeyen bu saray, iyi kötü barındırdığı tablo ve heykelleri, ancak onlara layık bir mekan yapıldıktan sonra Beşiktaş kıyılarından selametleyebilecektir.”(Berk, 1972) Ancak bu sıkıntılara sıra gelmeden çok önce, Türkiye’nin Cumhuriyet’in kurulması ile başlayan sürecin içinde geçirdiği hızlı dönüşüm yıllarında bu maceranın başladığını 18 Temmuz 1937’de çıkarılan yasa ile Veliahd Dairesi’nin Güzel Sanatlar Akademisi’nin kontrolüne ve sorumluluğuna verilmiş olmasıyla görüyoruz.
Resmi açılışı ise 20 Eylül 1937’de yapılmıştır. “Bulvar tarafındaki girişinde yazan açıklamada: “İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Atatürk’ün emriyle 1937’de kurulmuştur.” der. Bu kitabenin söylediği iki farklı açıdan algılanabilir. Birincisi yıllardır çokça entelektüel ve sanatçının zihninde yer alan bir hayali gerçekleştiriyor olmasıdır. İkincisi ise biraz daha üstü kapalı olsa da bunun yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve ülkenin modernleştirilmesinde lider olan Atatürk’ün rehberliğinde gerçekleştirilebilmiş olmasıdır.” (Çavuşoğlu, 2010:82) Müzeye Akademi’nin eğitim kadrosundan bir isim olan Halil Dikmen ilk müdür olarak atanmıştır. Beşir Ayvazoğlu’nun yazısında altı çizilenin dediği Nurullah Berk’e göre Halil Dikmen’i Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde müdürlük yaparken görmeyenler onun kimseninkine benzemeyen titizliğini, işine kılı kırk yararcasına sarılışını anlayamayacak olmalarıdır. (Zaman Gazetesi, 19 Ocak 2012) Halil Dikmen’in müdürlüğü ile Türkiye’de bir çok hayalle birlikte bu hayalin de gerçekleştiği dönemde müzenin ilk müdürü çokça takdir görmüştür. Yine Ayvazoğlu’nun yazısında belirttiğine göre Ahmet Hamdi Tanpınar’ın: “Halil, bu yaptığının ne kadar büyük bir iş olduğunu bilmiyorsun. Bununla Türkiye’yi yeniden inşa ediyorsun!” sözleri buna iyi bir kanıttır. (Zaman Gazetesi, 19 Ocak 2012)
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin Türkiye Cumhuriyeti ve onun geçmişinin içindeki önemi vurgulamak açısından Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Türk Müzeciliği” adlı yapıtında yer alan şu sözlerini hatırlamakta fayda olduğu kanaatindeyim: “Müzeler nedir? Milli servetin bir kısmının iddihat edilmiş olduğu hazineler; vatanın bir nevi hudutları gibi, en ufak taşları ve en hurda parçaları bile yerlerinden oynatılıp koparılamayacak cepheler; birçok mukaddesatın birikmiş bulunduğu bir saha; hem milli tarihin sinmiş olduğu, hem milletin tarihini aşan beşeri ve medeni bir nevi mabetler!” (Hisar, 2010:80) Hisar’ın bu sözünde belirttiği gibi müzelerimiz hele ki tarihimiz içindeki rolüyle ve barındırdığı Türk resim sanatı ve heykeltıraşlığı için fazlasıyla önem taşıyanlar da dahil 12.000 civarı eser ile İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne; milli kültürümüzü, yalnızca, askeri veya siyasi nitelikte olan sanat işleriyle başka nesillere veya kültürlere aktarmak için oluşturulan kurumlara verilenden ve zaten hakettiğinden çok daha az ilginin veriliyor olması; yalnızca Türk müzeciliğine değil, Türk kültürüne de vurulan bir darbedir. Bugün Rembrandt, Salvador Dali veya Rönesans sanatçıları bile ülkemizde bulunan sanat izleyicisinin ve özellikle genç nesillerin daha fazla ilgisini çekmesi yalnızca vakıf müzelerinin reklam dehasından kaynaklı değildir. Diğer tüm endüstrilerde olduğu gibi sanat endüstrisinde de devletin öncelikle kendi işletmelerindeki organizasyonu sağlamlaştırması gerekirken, 20. yüzyılın son iki onluğunda İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne verilen önem giderek azalmıştır. Bu bağlamda 21. yüzyıl da çok parlak başlamamıştır. Aynı anda da özel kişilerin veya vakıfların sahip oldukları koleksiyonların zenginleşmeye ve sanat endüstrisinin çoğunlukla özel sektörde varolmaya başladığını izleyebiliyoruz. Özel sektörde de müzelerin kurumsallaşmaya başlamaları ve rekabet içine girmeleri elbette oldukça heyecan verici ve sanat endüstrisinin gelişimi açısından da oldukça gereklidir. Müzeler için müşteri demek izleyici demekse bu rekabetten sağ çıkanların daha fazla ziyaretçiye sahip olması gerektiği açıktır. İşte tam bu noktada genellikle yabancı kaynaklı eserlerin; o eserlerin tarihi, Batı medeniyetlerinin sanat alanındaki üstün geçmişi, sanatçılarının şöhreti karşısındaki Türk sanat izleyicisinin perspektifi dolayısıyla revaçta olduğu görülüyor. Bu durum da İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin önemini -baskı yapma derecesinde- daha da fazla artırmaktadır. Yine Hisar’ın da söylediği gibi; her gelen yeni modayı uygulamakta olan bir milletin kendisine ait eski sanat eserlerini ihmal etmesi ve yok olmalarını önemsememesi durumunda bir asırdan diğer asıra gösterecek eserinin kalmayacağı apaçık ortadadır. (Hisar, 2010:56)
Resim, heykel, sinema, tiyatro gibi sanat dallarında son sözü söylemek üzere AKP iktidarının ve liderlerinin Devlet Tiyatroları’nı özelleştirileceği yönündeki sözlerini takiben gelişen olaylar ve Devlet Tiyatroları ile ilgili çıkarılan yasa tasarıları günümüzde hala tartışılmaktadır. (“Perde böyle kapanacak”, Hürriyet Gazetesi, 18.05.2012) Şu andaki iktidardan çok öncelerine bakınca Osmanlı dönemlerinde sanatsal üretim hep İngiltere, Fransa gibi merkezlerden beslenir ve Cumhuriyet döneminde de yine iktidarların baskılarına kurban gider ya da belli azınlıklar tarafından gerçekleştirilir. Günümüze gelen süreçlerde bu olumlu yönde değişse de iktidarın tavrı hala oldukça kafa karıştırıcı haldedir. Bir yandan sanatı endüstri olarak özel sektöre terk etmiş bir tavır ve varolan milli müzelere de sermaye gözüyle bakan bir tavır, diğer yandan da Martin Bailey’nin The Art Newspaper’daki yazısına göre İngiltere ve Amerika’da bulunan müzelere belli sanat eserlerinin veya kalıntıların geçmişte bu topraklardan kaçırıldığını öne sürerek kafa tutan ve kültürüne sahip çıktığını gösteren bir tavır var. (Bailey, The Art Newspaper, 01.03.2012) İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile ilgili, açılışından bu yana olan, radikal değişimleri de gördüğümüz ve içinde bulunduğumuz bu dönemdeki hükümet son üç dönemdir iktidarda olan Ak Parti hükümetidir. Ancak müzeye olan ilgilerinin kaynağı iyice araştırılmadan kesin bir yargıya varılamaz sanatlara karşı genel tavırlarından ötürü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün müzeyi ziyaret ettiği yönünde haberler medyada yer aldı ancak bu ziyaret müze ziyareti değildi. Ziyaretinin esas sebebini Jülide Karahan’dan dinleyecek olursak: “Cumhurbaşkanı ve Başbakan, İstanbul'a gelen misafirlerini otellerde değil Osmanlı'dan kalma gösterişli bir yapıda ağırlamak istiyor.” (Karahan, Zaman Pazar, 23.10.2011) Yani Milli Saraylar Daire Başkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi mülkiyetinde olan bu tarihi yapının bir müze olarak kullanımı artık söz konusu olamayacak. Eserlerin taşınmasını gerektiren ve bu duruma razı olunmasını kolaylaştıran olumsuzlukların bir fırsata dönüştürülmesi söz konusu, müzeyi korumaktan öte. Ancak yine de Radikal’de yayınlanan habere göre müze terk edilmiş durumda değil: “Çatısı bile akan müze hakkında o dönem Radikal’in haberleri üzerine TBMM Başkanlığı harekete geçip gerekli ödeneği sağlamıştı. Rektör Karayağız, bugüne kadar zamanında ve sekiz trilyondan fazla ödeme yapmalarına rağmen Milli Saraylar’ın az bir ekiple çalıştığını, işin ağır aksak ilerlediğini söyledi. ‘Devlet yeterli bütçe verdi ama Milli Saraylar bu bütçeyi yanlış kullandı’ diyen Karayağız, yapılan işin ödenen paranın karşılığı olmadığını da iddia etti. ‘Biz, bir an önce müzeyi açıp koleksiyondaki 12 bin eseri izleyiciyle buluşturmak istiyoruz ve üstümüze düşeni yapıyoruz. Milli Saraylar da sorumluluğunu yerine getirmeli.’ diyen Karayağız, iki kurum arasında ‘münakaşalar’ yaşandığını da söyledi.” (01.03.2012) Müzenin idari kadrosundan Salim Yavaşoğlu röportajımızda da kendisinin de söylediği üzere restorasyon işleri tamamen Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yürütülmekte. Yeni müze binası olarak dönüşümü gerçekleştirilecek olan yer de yine şehrin göbeğinde ve sahil şeridinde. 5 numaralı Antrepo binası Galataport projesi gibi sonu belirsiz olan projelere rağmen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin yeni evi olacak diyor Yavaşoğlu. Yeni binanın strüktüründen çok daha farklı bir strüktüre müzenin geleceği için gereksinim olmadığını ve dönüşüm projesini Mimar Emre Arolat’ın tasarladığı 5 numaralı Antrepo’nun alanının çok daha geniş ve müzeyi çağımıza kolayca taşıyabilecek kapasitede olduğunu da ekliyor: “...Diğer binada dediğim gibi o tarihi kalem işi duvarları delerek yıkarak havalandırma sistemi kuramıyorduk. Şimdi burada çağdaş teknolojilerle her türlü gereksinimi karşılayacağız. Tek derdimiz ve bilemediğimiz şey restorasyon süresi.” (Salim Yavaşoğlu röportajı, 27.04.2012) Yetkililerin sözlerine göre; restorasyon işinin Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından, yeterli hatta daha fazla miktardaki ödeneklere rağmen, hızlı yapılmıyor olması gündeme gelmektedir. Tüm bunlar, şimdiye kadar yapılan işlerin müzeyle, onun tarihiyle veya koleksiyonlarıyla değil de; Veliahd Dairesi’nin mülkiyetiyle ve kullanımıyla alakalı olduğu görüşünü güçlendirir. Buranın; Ak Parti Hükümeti dönemindeki, çağdaş sanat izleyicilerini ağırlayan tarihi nitelikteki mekanlardan, kapılarına zincir vurulan tek mekan olmadığını, geçtiğimiz yıllarda Emek Sineması’nın da kapılarının kapatıldığını hatırlatmakta fayda var.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne verilen bu değerin çok düşük olduğu nereden çıkar peki? Öncelikle Atatürk’ün yeni kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni modernleştirmesindeki adımlarından biri olması. Fakat elbette geçmişinden öte şu anda içinde bulunduğu zamanda barındırdığı koleksiyonlar. Farklı kaynaklar farklı miktarda eserden bahsediyor. Şu anda 12bin eser olduğunu Yavaşoğlu’ndan öğreniyoruz. “Son yıllarda Sabri Berkel ve Zühtü Müridoğlu’nun da koleksiyonlarının katılmasıyla 12bin kadar eser oluştu müzede.” Yani sürekli de büyüyen ve Veliahd Dairesi’nin aslında yetersiz gelmeye başladığı bir eser miktarı var. Nicelik bakımından da nitelik bakımından da oldukça fazla olan bu durum en başta daha farklıymış. Nurullah Berk’e göre Atatürk; 19. yüzyıl ortalarından bu yana yapılmış veya bulunmuş olan, olgunlaşmış veya hassas durumdaki sanat ürünlerinin bozulmalarını önleyerek bir yerde toplanmalarını ve buradan halka sunulmalarını ve bu yolla hem tasarım ve renk algısı oluşturmak hem de din yüzünden varolan heykel yasağına son ölümcül darbeyi vurmak amacıyla bu müzeyi açmak istemiştir. (Berk, 1974: 25) Müzecilik ve küratörlük bakımından alınan model, o yıllarda açılmış ve alana çeşitli yenilikler getirmiş New York’taki MoMA’ya rağmen, Louvre Müzesi’ndendir. Ancak yine buna da rağmen ilk yıllarında müzedeki eserlerin tematik bir dizilim içinde olmadığı, kronolojik bir şekilde yan yana basitçe dizildiğini görmekteyiz. İlk sıra primitifler; 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemdeki ilk ressamlarımız, ikincisi orta dönem; 1870’ten itibaren doğmuş ve 19. yüzyılın sonlarına kadar çalışmış sanatçılar ve üçüncüsü; modern dönem; en yaşlısı 1900’de doğmuş ve müze açıldığı anda yalnızca 40 yaşına yakın olan genç nesillerin genç sanatçıları. (Berk, 1938:10) “Resim ve Heykel müzesinin birinci salonu bunların eserleriyle başlıyor ve müze nereye gitse, hangi yeni binada yeniden düzenlense bunlarla başlayacak. Eski kuşaklar ressamlarının şüphesiz en ilginçleri bu ‘Ondokuzuncu yüzyıl primitifleri’. Bu adı onlara Fransa’nın ünlü sanat yazar ve düşünürü René Huygue takmıştı. Huygue müzemizi gezerken bu ilk yağlı boya ressamlarımızın tablolarını müzenin en ilginçleri olarak vasıflandırmıştı. Huygue’ün sanat eserinde aradığı içtenlik, yapmacıktan, dış etkilerden sıyrılmış içtenlik bu ilk Türk ressamlarının görünülerinde vardı.” (Berk, 1972:3) Berk uzun süredir üzerinde durduğu bir konu olan müzenin başka bir mekana taşınma gereksiniminden bu yazısında koleksiyona bir Batı Avrupalı gözün bakışını anlatırken tekrarlıyor. Özdemir Altan, Adnan Turani, Dinçer Erimer, Reşat Atalık gibi isimlerin eserlerinden söz ederken onların “gerçekçilikten kurtulma çabasında birleşmiş genç sanatçılar” olduklarından bahsediyor. Bunlarla koleksiyonun 1870’lerde kurulan yeni sanat ortamında havanın ne kadar değiştiğini vurguladığını belirtiyor. (Berk,1972:60)
Türk plastik sanatının panoramasını çizen müze koleksiyonunda Fernandez Arman, Pierre Bonnard, Gustave Deloye, André Derain, François Dubois, François-Claude Hayette, Raoul Dufy, Léopold Lévy, Henri Matisse, Pablo Picasso, Edouard Pignon, Amadeo Preziosi, Robert Rauschenberg, Maurice Utrillo gibi dünyaca ünlü sanatçılara ait eserler de bulunmaktadır. Ancak Berk yine de bu bölümün yetersizliğini belirtirken bir sanat müzesinin uluslararası seviyede belli bir değere sahip olmasının evrensel bir kültürü nasıl temsil ettiğiyle ilişkilendirerek dile getirmiştir. Ona göre yalnızca yerli sanatçıların işlerine yer veren müzeler ancak bölgesel nitelik taşımaktadırlar. (Berk, 1972:62)
Erken dönem Türk heykeltıraşlarının işlerini incelerken İslam’dan sonra heykelin sokulduğu tabulaşma halini göz önüne alarak bu işi yapmak gerekir der Berk. (Berk, 1972:67) Sonra da genç kuşakların peşinde oldukları yeni üsluplardan bahsederken bu yeni arayışın yalnızca onlarla değil dönemde yaşayan tüm heykeltıraşlarda varolan bir istek olduğundan da erken dönem heykeltıraşların çektikleri çileden sonra daha umut verici bir halde olduklarından bahsetmektedir. (Berk, 1972:72) Eserlerin uluslararası seviyede yetersizliği ve batıdaki örneklerinin yanında sönük veya kötü kopyalar gibi kalıyor oluşlarından sürekli farklı seslerce şikayet edilse de gerek Türk müzeciliği gerekse Türk sanatçılarının erken dönemlerdeki ürünlerinin geldikleri yer veya modernleşme sürecinden geçen bir milletin batıya entegrasyonundaki davranış biçimi olarak görülmelidir İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Bunların neticesinde müzeye gerçek kıymetinin çok daha azının -bilinçsizce- verildiği tekrar ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca müze açıldığında, koleksiyonunun çekirdeğini Elvah-ı Nakşiye koleksiyonunun oluşturduğunu hatırlatmakta da fayda var. Halil Edhem’in küratörlüğünü ve kuruculuğunu üstlendiği bu koleksiyon öncelikle Müzei-i Humayun’un dahilinde kurularak, müzeyi bir silah ve eski eserler müzesinden modern bir İstanbul müzesine dönüştürmeye yardımcı olmuştu. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin de açılışında koleksiyonunun çekirdeğini oluşturarak onun üstlendiği misyonda önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemden beri de Akademi’nin; şu anda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin emanetindedir. Bundan dolayı da diğer koleksiyonlar gibi parçalanıp gitmemiş, müze kapalı olmasına rağmen korunmaya devam edebilmiştir.
Artun’un konuşmasında belirttiği gibi tek modern İstanbul müzesi Halil Edhem’in eseri olandır diye düşünürsek çok yanılmış da olmayız. Müzecilik anlamında sürekli barındırdığı zengin koleksiyonlarla bunun, diğer vakıflara bağlı ve süreli sergiler için geçici koleksiyonlar oluşturan müzelere veya galerilere karşı, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olduğu açıktır. “Ne yazık ki, Elvah-ı Nakşiye’den sonra, modern müzeolojinin tarihsel söyleminin, zamansal yapısının ışığında kurulan bir koleksiyona, ya da sergiye rastlamak mümkün değildir. Sanki Halil Edhem’in hayatıyla birlikte müzeolojik akıl da dinmiştir.” (Artun, 2010)
Suzanne Keene’in de belirttiği gibi: “Müzeyi müze haline getiren onun varlığının ve faaliyetlerinin temeli olan koleksiyonlarıdır.” (Keene,1996:2) Buna göre İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin üzerine vuran ışığın çapı tekrar artmakta; koleksiyonlarıyla ve kültürümüz ile tarihimizin gelişimindeki süreci içinde oluşmuş modern bir güzel sanatlar müzesi olmasıyla tüm olarak sahip çıkılması yönünde mutlak bir ilgiye layık oluşu kesinleşmektedir. Ancak Yavaşoğlu röportajında da söylendiği üzere eserlerin doğru koşullara geçmesi durumunda bozulabilecekleri görüşünün varolduğu bir hal içerisinde oluşu bu müzenin içinde bulunduğu vahim durumu da gözler önüne serer. (Yavaşoğlu, 27.04.2012) 1996’da yayınlanan “Müzelerde Korumacılık Yönetimi” adlı eserinde Keene, İngiltere dahilindeki süreci anlatmasına rağmen global bir soruna değinir: “Müzeler geçmişte bakım ve onarım işlerini fazladan ‘yapılabilecek’ bir işmiş gibi görmüşlerdir...” (Keene, 1996:2)Eserlerin bakımının ve onarımının öneminin farkındadır Batı Avrupa medeniyetleri, İstanbul Resim ve Heykel’deki idari kadro da durumun farkında ve onarım için Akademi ve Güzel Sanatlar Üniversitesi dönemlerinde de restorasyon ekibine doğrudan dahil edilen yetkin personel ile kendi bünyelerinde bu alanda gerek periyodik bakım işlerinde, gerek özel ilgiye ihtiyaç durumlarında çalışıldığını söylerler. (Yavaşoğlu, 27.04.2012) Ancak onarım işlerinin müzeyi ve koleksiyonlarını korumanın yalnızca bir ayağı olduğunu da tekrar Keene’in sözleriyle anlayabiliriz: “Müzelerin el üzerinde tuttukları ve sürekli sermayeleri halinde olan koleksiyonlarını koruması ilk görevlerinden biridir. Ancak bunu yapmak yani müzede korumacılık işlerini gerçekleştirmek, tüm eğitimleriyle, organizasyonel şemaları, prosedürleri ve etiğiyle, çok daha özelleşmiş ve profesyonelleşmiş bir faaliyettir...” (Keene, 1996:3) Bakım ve onarım işleri Akademi veya Üniversite eğitim kadrosu veya mezuniyeti yoluyla yetkinleşmiş eller tarafından müzenin kendi bünyesinde yapılıyor ve “el yordamıyla” eserlerin korunmaları sağlanıyor dendiği zaman çağdaşlarımızdan ne kadar farklı bir tarihte olduğumuz gerçeği; tabiri caiz ise, yüzümüze soğuk su çarpmaktadır. Kıyaslamaları devam ettirirsek yine İngiltere’de 1980’lerde çoktan değiştirilmiş olan yasalarla korunan devlet müzelerine karşın bizim devlete ait olan modern müzeciliğimizin durumu tekrar geri kalmışlığımızın altını çizer. “Devlet müzeleri daha özel incelemeye tabi tutulmalıdırlar, çünkü devlet politikalarının karşısında sağlam durabilmek için doğrudan bir baskı altındadırlar. Göreceli şekilde finansal bakımdan korunmaları daha iyi sağlandığından, bu politikaları, kendi organizasyonları ve yönetimlerinde gerçekleştirerek, tamamlama güçlerini ellerinde tutabiliyordurlar.” (Keene, 1996:38) Müzecilik anlamında neredeyse rezalet haline gelmiş bu karmaşanın içinde tek bir kurum bile olmaması, farklı kurumların bir arada çalışılmasına rağmen sorunları çözememesi ve zaten Veliahd Dairesi ile ilgili planların çoktan farklı yönlerde çizilmiş olması çağdaşlarımızdan sanat perspektifinde ne kadar farklı yerlerde olduğumuzun kanıtıdır.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ni yıllarca ziyaretçiye kapalı tutmak ve buna göz yummak, içerideki eserlerin bakım ve onarım işlerine yeterli ödenek ayırmadan binlerce eseri kendi şanslarına terk etmek, Veliahd Dairesi’nde müzeyi barındırmayı sonlandırarak tarihe saygısızlık eylemlerinde bulunmak ve tüm bunların sonucunda kültürümüzün modern sanatlarda gelişiminin başlangıcını umursamadan hareket ederek, yeni nesillere veya kültürlere aktarımını sağlayamamaktan dolayı dendiği gibi tek bir kurum değil dahil olmuş tüm kurumlar sorumludur. Bu sorumluluğu yerel kültürün güzel sanatlarda gelişimini takip etmemeye alışmış özellikle 1980 sonrası nesillerin ağırlığını oluşturduğu sanat izleyicisi olan halk da taşımaktadır. Ancak halkın bu sorumluluğu taşıyor olması sebep değil, tüm bu eylemsizliklerin veya kaosun neticesidir. Ne kadar Shaw, müzelerin kökeninde bir paradoks arasa ve ziyaret yeri olmalarına rağmen insanların kendi kentlerindeki müzelere ilgi göstermemesini ve bu yüzden de ziyaret edilmeyen yerler olduğunu savunsa da bugün Leonardo da Vinci, Raphael gibi yüksek rönesans sanatçılarının işlerini dijital ortamda interaktif olarak sunumunun bile toplu histeri krizleri yarattığı bir sanat izleyicisi profiliyle karşı karşıya olduğumuz gerçeği göz ardı edilemez.(Shaw, 2004:7) Edilemeyecek kadar ortada, barizdir zaten. Batı medeniyetleri kültürüne bu kadar kendini açan bir sanat izleyicisinin kendi resim ve heykel sanatından bihaber gelişmesi doğru değildir. Hisar’ın sözlerini tekrarlamakta fayda var bu noktada: “Bir millet eğer, her yeni modaya tabi oluşta bütün eski sanat eserlerini ihmal eder ve bunların mahvolmasına göz yumarsa, bir asırdan bir asıra gösterecek eseri kalmaz.” (Hisar, 2010:56)
Müzeciliğin global olarak modernleşmesi bir yana Türkiye’de hızla oluşan, kurumsallaşan ve modernleşen özel sanat endüstrisinin grafiğinin yükselmesi bekleniyor Suzy Hansen’ın haberine göre. Dediğimiz gibi yeni bir tür sanat izleyicisinin oluşması sürecinde İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin işlemlerinin hala çağdışı şekilde uzun zamanda, bürokratik kargaşalar arasında yürütülmeye çalışılıyor oluşu kültürümüzün aktarımına acı bir darbedir. Harekete geçme noktası ortak kültürümüzün, tarihsel gerçekler çerçevesinde, korunması ve onun doğru şekilde kitlelere aktarılması yönünde olmalıdır. Müzenin açılışı için tüm kurumlar birlik içinde hızla hareket halinde olmalıdırlar. Şu anda içinde bulunulan gerçeği Yavaşoğlu’ndan dinleyerek öğrenebiliyoruz:
“Ve şimdi de bize antrepo verildi. Şu an açıkçası tekrar bir daha oraya döner miyiz dönmez miyiz bilmiyoruz. Tek gerçek Veliahd Dairesi’ni tamamen boşaltmış olduğumuz gerçeği. Eserlerin hepsi şu anda 5 nolu antrepoda geçici depolarda duruyor...
...(Antrepo için) Dönüşüm projesi başlayacak, henüz şu anda başlamadı. 1,5 yıl içerisinde bitirilecek diye bir söz de verildi. Ancak bunun ne kadar gerçekleşebileceğini yaşayarak göreceğiz. Veliahd Dairesi’ne de dönüşümüz olup olmayacağını net olarak bilemiyoruz. O bina meclisin mülkiyetinde, Milli Saraylar’ın bir parçası...
...Çıkarılma aşamasında gerekçeleri de “Atatürk’ün 1937’de vermiş olduğu kullanma talimatını biz kaldırdık ve size de yeni bir yer verdik. Burayı boşaltın.” şeklinde oldu...
...Bence 1937’de Atatürk’ün verdiği bir talimat böyle kolayca kaldırılıyorsa her şey eski haline de dönebilir. Ancak bu aşamada dediğim gibi...bilmiyoruz.” (Yavaşoğlu, 27.04.2012)
Müzenin değerinden ve bu kıymetinin kaynağından, tarihinden, kültürümüzün gelişim sürecindeki tarihsel sürecinden bahsettikten sonra son dönemde yapılan tüm bu hareketlerin müzeye ve koleksiyonuna yönelik yapılmış bir koruma hareketi olduğunu, iyi niyetle, temenni etmenin hata olmayacağını düşünen insanların bu iyi niyetinin haklı çıkması; kültürümüz ve onun doğru ellerde, doğru mekanlarda, doğru teknolojilerle korunması için elzemdir. Hedefin paraya ve politikaya dönüşebilecek pahada olan koleksiyona yönelik olmadığını düşünerek, bu iyi niyeti koruyarak ve suistimal edilmesine ihtimal vermeyerek, müzenin çağdaş koşullarda; yeni binasında, yeni düzeninde açılmasını beklemek haricinde “son sözü” söyleyenler karşısında ne halkın ne de müze yönetiminin yapabildiği bir şey yok gibi görünüyor. İktidarların aksiyonları karşısında yaşanan kitlesel hafıza kayıplarının sonuçları gibi bir sonuca varılmaması yine de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ve barındırdığı zenginlik hakkında daha fazla kamu bilincinin yaratılmasına bağlıdır. Tarihin bu denli değiştirilmesine göz yumma zorunluluğu yaratılmaya çalışıldığı yıllarda; umut, tarihimiz ve kültürümüz için yasaların, politikaların geri de değiştirilebilecek olmasına bağlanmış olsa da...
Kaynakça
Aliçavuşoğlu,E. 2010. “Bir Modernleşme Projesi olarak İstanbul Resim ve Heykel Müzesi”. Synergies Turquie, no 3, sf.82.
Adorno,T.W. 2006. “Valery, Proust ve Müze”. Tarih Sahneleri, Sanat Müzeleri 2 Müze ve Eleştirel Düşünce. İletişim Yayınları.
Artun,A. 2010. “Halil Edhem’in Modern İstanbul Müzesi”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Osman Hamdi Bey’in Ölümünün 100. Yıl Dönümü Sempozyumu.
Ayvazoğlu,B. “Veliahd Dairesi Meselesi”. Zaman Gazetesi, 19 Ocak 2012
Bailey, M. 01.03.2012
Berk, N.1938. “Resim ve Heykel Müzesi”. Ar Dergisi, no 4, sf.10.
Berk,N. 1974. “Sanatçı Sorunları”. Milliyet Sanat Dergisi, no 99, sf. 25.
Berk, N. 1961. “Resim ve Heykel MüzesiniGezerken”. Varlık, no 551, sf. 5.5
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. i-ii
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. sf.3
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. sf.60
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. sf.62
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. sf.67
Berk, N. 1972. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi. Akbank Yayınları Sanat Kitapları Serisi 1. sf.72
Hansen, S. 2012 “İstanbul: Sanat Bombası Balonu” New York Times
Hisar, A.Ş. 2010 “Türk Müzeciliği”. Yapı Kredi Yayınları, sf. 56
Hisar, A.Ş. 2010 “Türk Müzeciliği”. Yapı Kredi Yayınları, sf. 80
Hürriyet Gazetesi, 18.05.2012
Karahan, J. Zaman Pazar Gazetesi, 23.10.2011
Keene, S. 1996 “Müzelerde Korumacılık Yönetimi”/Managing Conversation in Museums. Butterworth-Heinemann Yayınları, sf.2
Keene, S. 1996 “Müzelerde Korumacılık Yönetimi”/Managing Conversation in Museums. Butterworth-Heinemann Yayınları, sf.3
Keene, S. 1996 “Müzelerde Korumacılık Yönetimi”/Managing Conversation in Museums. Butterworth-Heinemann Yayınları, sf.38
Kılıç, E. 2000 “Resim ve Heykel Müzeciliği Gerçeğimiz” Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Erzurum. sf.2
Radikal Gazetesi, 01.03.2012
Shaw, Wendy M.K. 2004 “Osmanlı Müzeciliği: Müzeler, Arkeoloji ve Tarihin Görselleştirilmesi” İletişim Yayınları, sf.7
Tanpınar, A. Hamdi. Cumhuriyet Gaz. Ar Dergisi, 28.12.1995
Salim Yavaşoğlu Röportajı, 27.04.2012. Burak Şen, Fatih Gümüş, Gökhan Aydın
Vikipedi, Mecma-ı Âsâr-ı Atika Müzesi
EK 1: Salim Yavaşoğlu röportajı notları
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin idari kadrosunda 15 yılı aşkın süredir bulunan ve şu anda müdür yardımcısı olan Salim Yavaşoğlu ile Fatih Gümüş, Gökhan Aydın ve Burak Şen’in 27 Nisan 2012’de yapılan röportajının notlarıdır. Yavaşoğlu’nun sözleri yazıda “Y”, İstanbul Kültür Üniversitesi öğrencilerininkiler de “Ö” ile belirtilmiştir.
Ö: İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile ilgili güncel durumları açıklayan kaynak bulmada sıkıntı yaşıyoruz. Restorasyon ne aşamada şu anda?
Y: 5 - 6 yıldır restorasyon var. 1937 yılından beri Veliahd Dairesi’nde İstanbul Resim ve Heykel Müzesi çalışıyor. Son yıllarda Sabri Berkel ve Zühtü Müridoğlu’nun da koleksiyonlarının katılmasıyla 11 - 12.000 kadar eser oluştu müzede. Binanın fiziksel yapısı, tarihi olması, artık yetersiz gelmeye başlamıştı zaten. 1937’den beri süregelen yapısal sorunları da vardı. Nihayetinde de 6 yıl önce restorasyona başlandı. Eserlerin belli bir kısmı taşınarak o kısmında restorasyon yapılmaya başlandı. Biten kısımlarının da ziyarete tek tek açılacağı şekilde başlanmıştı işe. Sonraları iş uzadıkça farklı boyutlar kazanmaya başladı. Binanın mülkiyeti zaten Milli Saraylar’da. Cumhuriyet’e kadar olan eserler burada kalması ve daha çağdaş işlerin de başka bir müze binasında sergilenmesi isteği vardı kurumumuz tarafında. Uğraşlarımızın sonunda somut hiçbir şey gelişmedi. En sonunda bize buradaki 5 numaralı Antrepo verildi. Biz şimdi oradan (Veliahd Dairesi) çıkarıldık ve bütün eserlerimiz de öyle. Bizim esas kullanacağımız kısma restorasyon başlamış durumda her ne kadar diğer kısımlardaki işlemler bitmiş olsa da. Bize “tüm yapıyı bitirelim sonra dönersiniz” dendi ve tüm eserlerimizi çıkartmamız istendi. Ve şimdi de bize antrepo verildi. Şu an açıkçası tekrar bir daha oraya döner miyiz dönmez miyiz bilmiyoruz. Tek gerçek; Veliahd Dairesi’ni tamamen boşaltmış olduğumuz gerçeği. Eserlerin hepsi şu anda 5 numaralı Antrepo’da geçici depolarda duruyor. Antrepo’nun müze dönüşüm projesi yapıldı. Mimarı Emre Arolat. Proje bitti ve Ankara tarafından onaylandı. 5 katlı 22.000 metrekarelik çağdaş bir müze olarak tasarlandı. Dönüşüm projesi başlayacak, henüz şu anda başlamadı. 1,5 yıl içerisinde bitirilecek diye bir söz de verildi. Ancak bunun ne kadar gerçekleşebileceğini yaşayarak göreceğiz. Veliahd Dairesi’ne de dönüşümüz olup olmayacağını net olarak bilemiyoruz.
Ö: Kimde şu anda Veliahd Dairesi peki mülki olarak?
Y: O bina meclisin mülkiyetinde, Milli Saraylar’ın bir parçası. Çıkarılma gerekçemiz de “Atatürk’ün 1937’de vermiş olduğu kullanma talimatını biz kaldırdık ve size de yeni bir yer verdik. Burayı boşaltın.” şeklinde oldu. Ancak 1937’de Atatürk’ün verdiği bir talimat böyle kolayca kaldırılıyorsa her şey eski haline, geriye de dönebilir. Ancak bu aşamada dediğim gibi...bilmiyoruz.
Ö: Veliahd Dairesi’nin dezavantajları mı vardı özellikle nemle alakalı?
Y: O yıllardır söylenen bir şeydir evet, deniz kenarında olması, tarihi yapı olması. Bunu değiştirmenin imkanı yok artık. Ancak bu durumda Dolmabahçe Sarayı’nı da mı yerinden kaldırmalıyız? Dağa mı çıkaracağız bunları yani nem olmasın diye? Böyle bir şey olamaz. Deniz kenarına özellikle yapılmış bir yapı zaten bu. Modern teknolojide artık nem diye bir şey de yok zaten, her türlü izolasyon tekniği uygulanabilir bu müzeye. İzolasyon uygulanmadığında; her türlü, hele beton yapılarda çok daha fazla nem toplanacaktır. Kaldı ki bu yapılar ahşap oldukları için nefes alan yapılardır. Eğer bu şekilde yapılmış olan ve bakımı yeterince sağlanmamış olan bu yapı bir de beton olsaydı bina da içindekiler de şimdiye kadar harap olmuştu çoktan. O bina tüm bunlara rağmen ayaktaysa ve içindeki eserler tüm bu olumsuz koşullara rağmen oradaysa zaten bunu bu binaların nefes alıyor olmasına borçlular.
Ö: Eserler ne durumda peki?
Y: Eserler aslında iyi durumda. Dışarıdan; zaman zaman, yok depo kötü durumda, yok nem içinde diye söyleniyor ama...değil. Binanın fiziki şartları el verdiği durumda. En son; mesela, orada merkezi sistemde klimalar vardı ve 24 saat, her mevsim sabit ısı ve nemdeydi. Restorasyondan önce depolar çok iyi durumdaydı gerçekten de. Ondan önce evet bina tarihi eser olduğu için klima sisteminin kurulması söz konusu değildi, ısıtma kaloriferle yapılıyordu. Kalorifer de tabi ki sağlıklı. Eser için ortalama ısı nedir? 18-22 derece arasıdır. 20 derece civarında olmasıdır. Nemin de yüzde 55 olması lazımdır. Teşhir için pencereler zaten kapatılmıştı. Eserlere zarar vermeyecek bir aydınlatma kullanılıyordu. Binanın durumu uygun olmadığı için seyyar klima cihazlarıyla ve kaloriferle bu ısıyı el yordamıyla mümkün olduğunca yakalamaya çalışıyorduk ama şöyle bir şey de vardı eserler için, 1937’den beri o mekandalardı. Eserler hiç ani bir şok yaşamadığı için, sürekli o mekanda oldukları için zaten alışmış durumdalardı yerlerine. Eserler uzun süre çok kötü koşullarda kalır; ama zarar görmez; ama, siz o eseri alıp, bir anda, uygun koşullara getirirseniz daha çok zarar vermiş olursunuz. Yapıyla beraber çok çok kötü yani mesela damı aktığı yerde nem elbette var. İstanbul’un gerçeği zaten bu. Yapıdan dolayı bazı şeyler yerine getirilemiyordu evet ideal değildi belki de. Ama olabildiğince korunmaya çalışılıyordu yine de. Daha fazla da yapılabilecek bir şey yoktu çünkü üniversitenin müzeyle ilgili bir ödeneği yoktu. Akademi döneminde özerk olduğu için müzeye ödenek ayırabiliyordu ancak 1980 sonrası üniversiteye dönüşmüş ve YÖK’ün kurulduğu dönemden sonra fakültelere belli ödenek gelirken müze kategori dışı kaldığı için müzeye ödenek verilmedi ve bundan dolayı da müzeye aktarılacak ödenek kalmadı. Ayrıca binanın mülkiyeti Milli Saraylar’da olduğu için çivi de çakamazsınız... Oranın restorasyonunu da Milli Saraylar ekibi yapmaktadır zaten.
Ö: Milli Saraylar’ın planları mı tamamen farklı yöndeydi?
Y: Elbette hep sarayı tümden kendi bünyelerine almak istiyorlardı. Devlet bir yeni müze yeri gösteremezdi eskiden.. Bina da bakıma çok muhtaç hale gelmişti artık. Değil müzeyi ziyaretçilere açmak, içindeki eserleri bile depo edebilecek konumda tutmakta zorlanır hale gelmiştik. Çünkü pencereleri, doğramaları artık çürümüştü. Yani gerçekten zordu koşullar, döşemeler artık iyice çökmüştü. Evet işte Milli Saraylar’ın da dileği hep Veliahd Dairesi’ni bizden alarak Veliahd Dairesi olarak ziyaretçiye açmak yönündeydi. Şu anda devam eden restorasyon sonucunda orayı ne hale getirecekleri bizim de bilgimiz dışında. Sanırım bunu da bekleyerek yaşayıp göreceğiz.
Ö: Yeni bina nasıl peki? Biraz bahsedebilir misiniz?
Y: İstanbul Modern’in karşısındadır. Tophane’de camiinin yanındaki 5 katlı binadır. Bina eski ancak tetkikleri yapıldı ve deprem gibi afetlere karşı sağlam durumda. Dönüşümü için havalandırma ve depolama sistemleri, teşhir salonları ve müzenin diğer hizmet birimleriyle tamamlanmalı. Müze için gereken tüm donanımı artık orada sağlayabileceğiz. Diğer binada dediğimiz gibi o tarihi, kalem işi duvarları delerek, yıkarak havalandırma sistemi kuramıyorduk. Şimdi burada çağdaş teknolojilerle her türlü gereksinimi karşılayacağız. Tek derdimiz ve bilemediğimiz şey restorasyon süresi.
Ö: Eserlerin, resimlerin ve heykellerin restorasyonu ne durumdadır?
Y: Öteki binada da müzenin bir restorasyon atölyesi vardı kendi içinde. İhtiyacı olan eserleri zaman zaman yapılıyordu veya teşhirde olan eserlerin de periyodik bakımları yapılabiliyordu oradayken. Belki diğer müzeler gibi çağdaş sistemler içinde yapılmıyordu bunlar. Türk resminin en iyi işleri orada, altyapıları iyi; yani, kullanılan tuvali, kullanılan boyası... Çalışan personel de geçmişte akademiye bağlı olduğundan şimdi de Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı olduğundan, resim ve heykel nedir bunları bilen, yetkin insanların idari personele katıldığı durumda; zaten güvendeydi eserler. Herhangi bir bürokrat ekip ilgilenmiyordu yani burayla. Çok ağır bir durum şu anda da yoktur. Diğer müzeler başkalarına yaptırır bakımlarını. Genelinde Türkiye’de de müzecilik çok iyi durumda değildir. Topkapı Sarayı’ndan tutun; ören yerlerindeki yol geçen hanı gibi olan açık hava müzelerine kadar Türkiye’de durum çok iç açıcı değildir zaten. Zaten İstanbul’da ikinci bir müze veya Türkiye genelinde İzmir ve Ankara haricinde yerlerde başka çağdaş sanat müzeleri kurulamamışsa... 3 gün açık, 5 gün kapalı oralarda varolan müzeler de, bizde olan sorunların aynıları var. Resim heykelin Akademi’ye bağlı oluşunun ödenek olmaması açısından olumsuz görünse de, bakımı için oldukça olumlu olduğu düşüncesindeyim.
Ö: Özel vakıflar eserlere bakım veya destek anlamında sponsorluk yollarıyla veya başka şekilde sahip çıktı mı?
Y: 1980 sonrası gelişen koleksiyon zaten zayıf ve bütçe olmadığı için eser satın alınamıyordu. Bu dönemlerde de herkes kendi koleksiyonunu kurma peşinde olduğu için eserler açısından böyle bir şey söz konusu olmadı. Binanın bakımı açısından da dediğim gibi Milli Saraylar sorumlu olduğu için zaten bu yapılamazdı.
Ö: Eserlerin açık artırmaya çıkarılması gibi bir ihtimal söz konusu olabilir mi gelecekte?
Y: Hayır eserler satılamaz. Eserler müzeye aittir.
Ö: Galataport projesi kapsamında denilebilecek bir durum var mıdır? Eczacıbaşı İstanbul Modern’in kaldırılacağı haberini kendi Twitter hesabından yalanladı ancak size bu çerçevede bir şey söylendi mi?
Y: Kesin bir şey yok yine bilgi olarak. Sürekli farklı şeyler söyleniyor ancak net hiçbir şey yok. Devletin tasarrufunda olan ve kimsenin tekelinde olan şeyler değil. Politikaları ne olur bilemiyoruz. Şimdilik o yönde bir bilgi yok ve bize Antrepo verilmiş durumda. İstanbul Modern gider ya da kalır onu bilemeyiz; ancak, biz buradayız.
Ö: Koleksiyona en son katkı ne zaman yapıldı?
Y: “Serginin sergisi” diye bir sergi yaptık en son. Restorasyon sürerken, biten alanları kullanarak, 1937 yılında müzenin ilk açılışındaki eserlerle oluşturulan bir sergi yaptık. Ondan önce, 6 yıl öncesinde kapılar kapanmıştı. Restorasyon sürecindeyse böyle geçici bir sergi yapıldı. Sonra yine kapandı müze. Şu anda ödenek olmadığı için eser satın alma söz konusu değil ancak zaman zaman gelen bağışlar var. Müze koleksiyonuna girebilecek eser kriterlerini taşıyorsa kabul ediliyor bu eserler elbette.
Ö: Son olarak, idari kadrosundan kısaca bahsedebilir misiniz?
Y: Restorasyon ve arşiv ekibine kadar tüm personel hala çalışmaya devam ediyor. Müdür Mahmut Bozkurt. Müdür yardımcıları da ben (Salim Yavaşoğlu) ve Mehmet Çetiner.
Ö: Sizin ekleyeceğiniz, söylemek istedikleriniz var mı?
Y: Olması, yapılması gereken elbette çok şey var. Ancak gördüğünüz gibi durum. Ne kadarı olur, olabilir biz de yaşayıp göreceğiz. Ben sanat tarihçisi olarak söyleyebilirim; bu çok geç kalınmış bir süreçti. Belki tarihi yapısıyla orası erken koleksiyonlar için uyumlu bir ev sağlıyordu ancak daha çağdaş ürünler geldiği zaman; mesela, bir soyut heykel geldiğinde oranın içindeki kalem işlemelerle çok iyi uyum sağlayamayacağı da açıktı. Bazı işler için derin ve büyük salonlar gerekiyor ve bunu sağlayamıyorduk. Elbette ilk açıldığı yerde yaşatılabilir Resim ve Heykel Müzesi’nin bir kısmı. Ancak alan sorunu ve binaya müdahale edemedğimiz için yaşadığımız fiziksel sorunları da inkar edemeyiz. Şimdi burada çok daha özgürüz gereksinimleri karşılamak bakımından. Strüktür bakımından Antrepo’nun çağdaş bir müzeye dönüştürülmesinde sakınca yoktur. Ayrıca burası da şehrin göbeği yine...Bu bina şu anda uygun görünüyor. Biz yıl sonunda taşınmış olacağız.
Mecma-ı Asar-ı Atika Müzesi
NY Times: The Istanbul Art-Boom Bubble, 10.02.2012