Lisenko neden yükselebilmiştir?
Lisenko’nun yukarıda kısaca özetlenen kariyeri, onun, tarihin başka dönemlerinde de benzerleri yaşanan “iktidar-bilim ilişkisi”nin tipik bir temsilcisi olduğunu ortaya koymaktadır. Hemen her rejimd e, her dönemde var olan ve ileride de bulunacaklarıkestirimini kolayca yapabileceğimiz kişiliklerin en belirginlerinden birisidir o. Bu nedenle, Lisenko’nun hangi yolla yükselebildiğini kısaca incelemek, bu durumun gerekçeleri üzerinde de düşünmemizi sağl ayacaktır.
Lisenkoizmi inceleyen yazarların çoğu, Sovyetler Birliği’nin o dönemdeki “iklimi”ni böyle bir kişiyi başa getirecek ve etkili kılacak koşullara sahip bir ortam olarak tanımlamaktadırlar (3,5,6,8,13). Bu iklimin ekonomik, kültürel ve politik birtakım ge rekçeleri bulunmaktadır.
1917’de Ekim Devrimi’ni izleyerek kurulan SSCB, Rusya’da zaferle sonuçlanan akımlarının önce tüm Avrupa’da, ardından da dünyada proleter bir egemenliğin kurulmasınısağlayacak zincirin ilk halkasıolduğu düşüncesini taşıyordu. Devrimi izleyen haftalar bi r dizi idari, iktisadi ve toplumsal reformun yapılmasına sahne olmuştu. Tüm bunlar Marksçı-Leninci ilkelerin “mutlaklığı” ile o dönemin gereklerini bağdaştırmaya yönelikti. 1918-19 iç savaşında da kendini hissettirdiği gibi, beslenme gereksinimi tüm ülked e oldukça belirgindi. Bu savaş sırasında en önemli sorun, kentlerin ve savaşanların “iaşe ve ikmallerini” karşılayabilmekti. Bu sorunla başedebilmek için bir dizi kararname çıkarıldığını, erzak dağıtımının topluma verilen hizmetlere göre belirlendiğini, b ir yandan 16-50 yaş arasındaki herkese çalışma zorunluluğu getirilirken, öte yandan köylülere beslenmeleri dışındaki herşeyi devlete teslim etme yükümlülüğünün getirilmiş olduğunu akılda tutmak gereklidir. Yedi milyonu açlıktan ve kalanıtifus salgınından toplam 8 milyon kişinin kaybedildiği, sanayi ve tarım üretiminin hemen tümüyle düzenini kaybettiği, kamu maliyesinin çöktüğü bir ortam sözkonusuydu. Halkın belirgin hoşnutsuzluğu bir süre sonra farklıyerlerde karışıklıklara, ayaklanmalara ve başkaldırılar a dönüştü. 1921’den başlayarak savaşa özgü iktisadi uygulamalar terkedilmeye ve yeni iktisadi politika (NEP) iç ticareti ve sanayiyi de kapsayacak ve denetleyecek bir biçim almaya başladı. Böylece 20’li yılların sonlarına kadar ulusal ekonomide kalkınma g erçekleştirilebilecekti. Üretimde sağlanan artış, tarım ve sanayi fiyatlarında denkliğin sağlanmasıkimi sorunlarına karşın NEP’in başarısınıyaratan etkenlerin başında gelmekteydi.
Sonuçta Sovyetler Birliği’nde yeni yönetim vaadlerini gerçekleştirmek zorundaydı. Bunun belki de ön koşulu, hemen öncelikle insanların karınlarınıdoyurabilmekti. Bu nedenle, kötü durumdaki verimsiz Sovyet tarımınıdüzeltmeye yönelik her türlü mucizeyi b enimsemeye hazır bir ortam oluşmuştu. Bu atmosferde Lisenko tarımsal üretimi katlayacağımüjdesiyle ortaya çıkıveren bir mesih gibi algılanabilirdi.
Lamark’ın “Çevresel değişimin kalıcıgenetik değişiklik yaratacağı“ kuramıo dönemki politik tezle uyumluydu. Çünkü “uygun sosyal koşulların insan davranışında kalıcıdeğişikliklere yol açacağı“biçiminde özetlenebilecek politik görüş, devrimin ilk k uşaklar üzerinde “yeni insan” yaratma yolundaki çabalarının, sonraki kuşaklarıda kendiliğinden etkileyeceğini umuyordu. Bu da, toplumu dönüşüme uğratmak için harcanacak emeğin sınırlıolacağınıve kolayca sonuca ulaşılacağınıdüşündürüyordu. Hatta çok saygın bilim adamlarının arasından bile bu kuramıdestekleyenler çıkmıştı. Örneğin ünlü araştırıcıPavlov bile, sonradan yanıldığınıaçıklamakla birlikte, koşullandırılmış farelerde koşullu refleksin kalıtımla geçen bir örneğini bulduğunu önceleri iddia etmişti. B öylece bilimsel ömrünü aslında çoktan tamamlamış olan Lamark’ın kuramıkendisini kabul etmeye hazır bir ortamıbuluyor ve “Yeni Lamarkçılık” olarak filizlenebiliyordu. Bu görüşün bayraktarıda Lisenko olarak karşımıza çıkıyordu.
Lisenko’nun yıldızınıparlatan bir başka etken ise yöntimdeki “kapitalist-burjuva bilimi”ne karşıRus-Sovyet bilimi’nin üstünlüğünü kanıtlama arzusuydu. Çünkü 1930’lu yıllarda ülkedeki kıdemli bilim adamlarının çoğu, devrim öncesi Rus orta sınıf en tellektüel kesiminden gelmekteydi. O halde egemenliğin yeni sahiplerinin de bilimsel alanda etkinlik göstermesi gerekiyordu. Bu anlamda Lisenko “mujik mintanınısırtından hiç çıkarmamış”, belki de böylece, rejimin kendisine fırsat verdiği bir “bilimsel kiş ilik” olabilmişti.
Lisenkoizm (1935-1964) neler yapmıştır?
Lisenko’nun yaptıklarını, arkasına neredeyse sınırsız bir politik güç almış, herhangi bir “bilim” kişiliğinin yaptıklarına ve yapabileceklerine örnek olarak göstermenin doğru olacağıkanısında yım. Çünkü sonuçta onun “unique” olmadığınıve ne yazık ki öyle de kalmayacağınıkabul etmeliyiz.
Batuhan’a göre Lisenko, “insan düşüncesine hükmetme tutkusu”nun, kendi dönemindeki “totaliter ideoloji”yle birleşiminden bir “bilimsel diktatörlük” çıkarmış bir kişiliktir. Bu toplam kuşkusuz yeryüzünde daha önceleri de meydana gelmiştir. Ama her defasında çıkan sonuç mutlaka bir bilimsel diktatörlük mü olmuştur, ayrıca tartışılabilir. Ancak Lisenko örneğinde bu sonucun böyle olduğu hemen su götürmez bir gerçektir.
Günümüzde genetiğin kurucusu sayılan Mendel’in görüşleri kalıtımıaçıklamakta, Darwin’inkiler de evrim sürecini temellendirmekte geçerlikleri kabul edilen kuramlardır (11). Oysa, Mendelciliğin “burjuva idealizmi” olarak yaftalandığıLisenko dönemin de, bilim ömrünü çoktan tüketmiş bir görüş olarak Neo-Lamarkçılığın baştacıedildiğine yukarıda da değinmiştik. Genotip-fenotip ayırımının önemsenmediği, “gen”in yok sayıldığıve kromozomların kalıtımda rolünün olamayacağının savunulduğu bu yaklaşım, kendis inden farklıdüşünen tüm genetikçileri de yıldırmaya hazırdı. Böylece, Lisenko’nun sahip olduğu politik güçle, aleyhtar genetikçilere yönelik kovuşturmalar başlatıldığı, yoğun bir baskıortamıiçerisinde sürgünlerin ve işten atmaların yaşandığı... o dönemi i zleyen va aktaran tüm yazarların ortak görüşüdür. Bilim-politika ilişkisi bu yazıda sadece ana çizgileriyle inceleneceği için, kapsamlıtartışmayıbir başka makaleye bırakarak, bu dönemde Sovyetler Birliği’nde bilime ve özellikle de genetik alanına belirgin bir politik denetim getirilmiş olduğunu, karşıt görüşteki bilim çalışanlarının üstelik “bilim adına” safdışıedilmeye çalışıldığınıbir kez daha vurgulayalım.
Lisenko’nun tarım uzmanıniteliği gözönüne alındığında, onun doğrudan bu alanda yaptıklarınıda kısaca özetlemek yerinde olacaktır. Bir tür bahar buğdayıgeliştirme, yeni bir tür çavdar üretme, soğuğa dayanıklıbuğday türleri yetiştirme, sık ağaçlandırma ç alışmaları, yeni bir gübreleme yöntemi geliştirme... gibi girişimleri Batuhan’a göre Lisenko’yu sahtekarlar arasında ön saflara yerleştirmemizi sağlayan ya da onu ele veren ipuçlarıtaşımaktadır. Çünkü, onun, “deneylerini kontrolsüz koşullarda yapmak, tekr arlamamak, elde kanıtlarıolmaksızın karşıçıkmak, bilimsel yayınlar yerine gazeteleri iletişim aracıolarak kullanmak...” gibi çok belirgin yanılgıları(ya da taktikleri) bulunmaktadır. Tüm bunlar da Lisenko’yu, bilim etiğine aykırıdüşen tiplere çok belirgin bir örnek olarak saymamıza yetmektedir.
Bilim etiği ve bilim-politika ilişkisi
Bilim etiği, değer sorunlarının ele alındığıve sorgulandığıbir alan olan etiğin bir alt dalıdır. Onu, kısaca, “bilim etkinliği” sırasında ortaya çıkan ve bilim toplumunun hakkında çok kesin normlar ının bulunmadığısorularla uğraşan ve bu sorulara çözümler üretmeyi hedeflemiş bir alan olarak tanımlamak mümkündür (1,2). Bilim etkinliği kavramının altında neler bulunmaktadır? Kuram geliştirme aşamasından araştırmaların yapılmasına, verilerin toplanması ndan yayınlanmasına varıncaya kadar, bilimsel bilgi üretiminin tüm aşamalarıoldukça geniş bir yelpaze halinde bilim etkinliğinin içeriğini oluşturmaktadır. Bilim üretimini meslek edinmiş insanlar için, salt metodolojik yaklaşımın ya da literatür bilgisini n yeterli olamayacağı, bilim insanlarının aynızamanda etik karar verme süreçlerinden de haberdar bulunmalarının gerektiği vurgulanmaktadır. O halde, etik duyarlılığa sahip olmak, bilim çalışanlarıiçin olmazsa olmaz, bir koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka söyleyişle: “Etik ve bilim el sıkışmak zorundadır” (The Meaning of Right and Wrong-Richard C. CABOT (1868-1939).
Bilim ve politika ilişkisi üzerinde düşünürken, öncelikle bilimin hangi gözle görüldüğünü ya da algılandığınıtartışmak gerekli sanıyorum. Bilim, kendisine konu seçtiği ve sınırlarınıda belirlediği bir doğa parçasında geçerli nedensellik bağıntılarınıbu lmayıamaçlamış bir etkinliktir. Bu çerçevede, bilim üretiminin öncelikle “pratik” sonuçlar peşinde koşmadığınıya da kendisinden sadece böyle beklentilerin olmasının bilimin doğasına ve amacına ters düşeceğini belirtmek zorunludur. Bilim uzun erimli, nesne llik ve sabır gerektiren,... bir alandır ve “kendi içinde amaç olma” gibi bir niteliğinin bulunduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Bilimsel bilgi üretimi bilim insanının toplumsal sorumluluğu ekseninde gerçekleşmesi gereken bir süreçtir. Bu durumun yeteri nce sorgulanmasıyla bir uçta bilimselliğin populizme saplanmasıönlenirken; öteki uçta da salt bilgi üretme hırsının merakının doğurabileceği kötü sonuçların önüne geçilebilecektir.
Politika ya da siyaset, geniş anlamda “yönetim” ile eşanlamlıtutulabilecek bir kavram olsa gerek. Buradaki yönetim kavramının ülke, devlet, insan yönetimi gibi farklıdüzeyleri ya da boyutlarıolduğunu da hatırda tutmalı. Karar alma, onlarıuygulama ya da uygulatma gücü politikanın sistemleşmiş ve kurumlaşmış özelliklerinden birisidir. Bu yazıda ise politika olgusunu devlet ya da iktidar ile sınırlamak,belki yöntem açısından pek doğru olmamakla birlikte, yazarın pratik kaygılarla ulaştığıbir çözüm yolu. B ir başka deyişle, bilim-politika ilişkisi deyince bunu bilim-iktidar ilişkisi olarak algılamak yazıboyunca yeğlenmiş bir tutumdur. Bu ilişki üzerinde düşünürken birkaç soru ortaya atılabilir;
Bilim de politika için, birçok başka kurum gibi, bir araç mıdır?
Bilime talip olan çevre ile üreten arasında bir işçi-işveren ilişkisi var mıdır?
“Kamufle” bile olsa, eğer böyle bir ilişkinin varlığınıkabul edersek, “işveren”in müdahale alanının sınırlarınınasıl çizebiliriz?
Politika, “uzun vadelere” hiç tahammülü ve de niyeti bulunmayan bir etkinlik midir? Eğer bu nitelikteyse, ondan bilim üretimi “mentalitesi”ni anlamasınıbeklemek boşuna olacaktır.
Tüm bunları yanıtlamak bir yandan bilim metodolojisi, bilim etiği konularının tek başlarına daha kapsamlıolarak ele alınmasınıgerekli kılacak, bir yandan da politika kavramının içerik ve işlevinin oldukça ayrıntılıbir temellendirmesini yapmayıgerektire cektir. Bu geniş değerlendirme de ancak, konunun bir başka makale çerçevesinde sunulmasıyla sözkonusu edilebilir.
Sonuç olarak, Lisenko artık ömrünü tamamlamış bir kuramın takipçisi ve savunucusu olmakla yanılgıya düşmüş bir tarım uzmanıolarak bilim tarihi açısından değerlendirilebilecek bir kişiliktir. Ancak, onun arkasına aldığısiyasal güçle dönemindeki bilim po litikasınıyönlendirme ve hemen tek belirleyici olma özelliği de Lisenkoizmi bilim etiği açısından önemli kılmaktadır. Hatırlanmasıgereken; 1935-1964 yıllarıarasında SSCB’de egemen olmuş bu kişiliğin dünya coğrafyasının herhangi bir yerinde ve herhangi bir zamanında yine sahne alabileceğidir. Mc Carthy döneminde, Naziler döneminde olduğu gibi.